1 Aralık 2011 Perşembe

Trend: Zayıflama Hapları - Referans: Ünlüler



Yıldızlarla dolu bir yazı ile karşınızdayız!

Brad Pitt, Nilgün Belgün, Britney Spears, Zerrin Özer, Jennifer Lopez, Mesut Yar, Oprah Winfrey, Seda Sayan, Denise Richards, Nadide Sultan, Ozan Orhon…

Her biri ülkemizin ve dünyanın önde gelen ünlü isimleri, dünya starları ve sanatçılarımız…

Peki bütün bu isimlerin ortak bir özelliği olduğunu söylesek, bu özelliğin ne olduğunu düşünürdünüz? Sinema filmi? Yardım konseri? Televizyon programı? Hayır hayır…  Hiçbiri değil. Şimdilik bildiğimiz kadarıyla bu isimler ortak bir projede rol almayacaklar, birlikte bir yardım konserine de katılmayacaklar veya kendilerini izlenme rekorları kıran popüler bir yarışmada jüri olarak da görmeyeceğiz.

Bütün bu özel insanların blog sayfamızda yer almalarına neden olan başka bir ortak özellikleri var. Her biri, ya bir zayıflama ürününün tanıtım yüzü olmuş, ya bir şekilde bir zayıflama ürünü hakkında olumlu bir görüş bildirmiş ya da bir film çekiminde bir zayıflama ürünü ile kilo verdiği söylenmekte olan yıldızlar.

Sanatlarına ve mesleklerine olan saygımız ve hayranlığımız büyük. Kendi mesleklerine yönelik yaptıkları açıklamaları daima dikkatle dinler, değer veririz. Ancak sağlık alanında, daima, üniversitelerin tıp ve sağlık alanlarındaki fakültelerinden yetişmiş profesyonellerin sözlerine dikkat edilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Unutulmaması gereken bir nokta var zayıflama ilacı olarak satılan ürünlerin tanıtım yüzü olan ya da bu ürünleri kullandığı söylenen yıldızların bunlar gibi pek çok ürüne harcayabilecekleri çok geniş bütçeleri var. Peki herkesin böyle bir maddi gücü var mı? Yıldızların isminin geçmesi herhangi bir ürünü tüketici gözünde çekici kılabilir, peki bu çekime kapılıp bu ürünleri satın alan insanlar bu ürünleri kullanırken yanlarında kim olacak? Ekranlardan tanıdıkları, sevdikleri ve çoğunlukla güvendikleri isimler ürünü kullandıkları sürede onların yanında yer alacaklar mı?

Bütün bunları herhangi bir ürünü ya da sanatçıyı yargılamak için anlatmıyoruz. Dikkat çekmek istediğimiz esas nokta piyasada nereden geldiği ve üretim yeri belli olmayan, pek çok sahte ürünün mevcut olmasıdır. Ne yazık ki içeriği bilinmeyen bu ürünlerin kullanılması sonucunda, ülkemizde ve dünyanın pek çok yerinde insanlar hayatlarını kaybetti ve kaybetmeye devam ediyorlar. 

İnternet üzerinden ya da herhangi bir dükkandan rahatlıkla satın alınabilen bu ürünlerin çoğunun üzerinde bırakın Türkçe’yi, İngilizce bir içerik bilgisi bile bulunmuyor. Geçtiğimiz dönemde gazetelerde onlarca insanımızın bunun gibi ürünleri kullanırken yaşamlarını kaybettiklerini ya da ciddi sağlık sorunları yaşadıklarını okuduk. Bu konuda yaptığımız araştırmaların sonuçları da ne yazık ki hiç iç açıcı değil.

Zayıflama hapları ile ilgili öncelikle bilinmesi gereken bir nokta var. Bu hapların bazıları belli bir süre için kilo kaybını sağlamada etkili olabiliyor. Ancak ortaya çıkan yan etkiler bu hapların uzun süreli ya da ömür boyu kullanımını imkansız kılıyor. Üstelik yapılan araştırmalar gösteriyor ki bu hapları kullanmayı bırakan kişi verdiği kiloları olduğu gibi geri alıyor.

Harvard Üniversitesi Tıp fakültesinden Dr. Pieter A. Cohen Brezilya’dan yasa dışı yollarla ithal edilen bir takım iştah kesici özellikteki zayıflama haplarının bağımlılık yapıcı özellikte ve pek çok yan etkiye sahip maddeler içerdiğini belirtiyor. Buna göre “fenproporex” içeren zayıflama hapları bağımlılık yapabiliyor.

Doğum sürecinde aldığı kiloları verebilmek için emzirme dönemi bittikten sonra zayıflama ilacı kullanan 26 yaşındaki bir kadın, 13,6 kilo verdikten sonra ilacı kullanmayı bırakıyor. Zayıflama ilacı kullandığı dönemde çarpıntı, göğüs ağrısı, baş ağrısı ve uyku problemleri yaşıyor.  

İlacı kullanmayı bıraktıktan sonra, tıpkı bir bağımlılık durumunda yaşanacağı şekilde, aşırı derecede ilacı yeniden kullanma arzusu hissediyor. İlacı bırakmasının ardından 3 hafta kadar benzer etkiler sürüyor. Araştırmada, ilaç bırakıldıktan sonra, çarpıntı, göğüs ağrısı, baş ağrısı ve uyku problemleri gibi yan etkilerin ortadan kalktığı görülüyor. Bir süre sonra kontrol edildiğinde kadının vermiş olduğu 13,6 kiloyu geri almış olduğu görülüyor. (Cohen 2009)

2007 yılında Amerika, Kanada, Almanya ve İtalya’da üniversitelerin ortaklaşa yaptığı, beslenme bozukluğu olan hastaların zayıflama ilacı kullanma durumlarının araştırıldığı bir çalışmada uzmanlar, bu ilaçların, genellikle normal kilolu ve fazla kilosu olan kişiler tarafından kullanılmakta olduğunu, normalin altında kiloda olan hastalarda ise bu ilaçların kullanımının görülmediğini belirtiyorlar. 


Araştırma ekibi, bu durumun, zayıflama ilaçlarının kilo vermek için etkili bir yöntem olmadığı ve mevcut kilonun koruması için de etkili bir yol olmadığını gösterebileceğini belirtiyor. (Harrelson, Holle, Thornton, Berrettini, Manfred ve arkadaşları 2007)

Mayo Clinic’te yapılan bir çalışma zayıflama ilaçlarının kalp kapakçıklarında hasara ve kalp damar hastalıklarına neden olabildiğini ortaya koyuyor. (Teramae, Connolly, Grogan, Miller 2000)

Özellikle üzerinde Çin alfabesi benzeri karakterlerle yazılmış yazılar olan zayıflama haplarının kararttığı yaşamlarla ilgili geçtiğimiz yıllarda çıkan gazete haberleri toplumun hafızasında silinmez bir iz bırakmıştı.

Amerikan İlaç ve Gıda İdaresi 90’lı yılların sonunda ve 2000’li yılların başında Çin menşeili zayıflama haplarının ciddi sağlık sorunlarına ve ölümlere neden olduğu ve tüketicilerin bu ürünlerden uzak durmaları gerektiği konusunda uyarılarda bulundu. Bu dönemde bazı ilaçları piyasadan çekti. Batı Ontario Üniversitesinde yapılan bir araştırma özellikle “fenfluramine” ve “phentermine” içeren ilaçların birlikte kullanılmasının yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlıklarına neden olduğuna dikkat çekiyor.(Boughner 1997)

Bu konuda ülkemizde de cezai yaptırımlar uygulanıyor. T.C. Tarım ve Köy İşleri bakanlığı, 2009 ve 2010 yıllarında, içeriğinde “sibutramin”, “sildenafil”, “tadalafil” ilaç etken maddeleri tespit edilmiş olan zayıflama haplarını toplatıp imhasını gerçekleştirdi.

Elbette bu içeriklerin piyasada mevcut olan zayıflama haplarının içinde yer alıp almadığını bilebilmeniz için öncelikle bu hapların içeriklerini okuyabilmeniz gerekiyor. Bunun için de mutlaka rahatlıkla okunur şekilde içerik, yan etki ve diğer ilaçlarla olan etkileşimlerinin bu ürünlerin kutularının üzerinde belirtiliyor olması gerekir.

Ne yazık ki, yapılan bir araştırma bazen içerik bilgilerinin yer almasının da yeterli olmadığını gösteriyor. Araştırmada, Brezilya’dan yasa dışı yollarla Amerika’ya gelen bir takım zayıflama ilaçlarında, ilaçların üzerinde yazılanların dışında sağlığa zararlı bazı maddelerin de olabileceği belirtiliyor. (Cohen 2009)

Asla unutulmaması gereken bir nokta var. Zayıflama ilaçları doktor tarafından yönlendirilmediği sürece kesinlikle kullanılmamalıdır. Doktor yönlendirmesi ile kısa süreli ve tedavi maksatlı eğer bir zayıflama ilacı kullanılması gerekiyorsa, bu süre boyunca kişi, bedeninin tepkilerini mutlaka çok dikkatli bir şekilde takip etmelidir. Kullanılan ilaç herhangi bir yan etki ortaya çıkarttığı takdire mutlaka ilacın kullanımının durdurulması ve acilen doktora muayene gidilmesi gerekir.

Tokyo Üniversitesi Adli Tıp Kurumu geçtiğimiz yıllarda yapılan bir otopsinin değerlendirmesini yayımladı. 

Buna göre, Tayland’dan gelen 7 farklı zayıflama hapını kullanmaya başlayan 40 yaşlarındaki bir kadın, ortaya çıkan kusma ve ishal gibi yan etkilere rağmen bu hapları kullanmayı sürdürüyor. Hapları kullanmaya başladıktan 8 Gün sonra, solunumunun önce yavaşlaması, ardından da durması ile acil servise kaldırılıyor ancak bütün müdahalelere rağmen kurtarılamıyor ve yaşamını kaybediyor.

Otopsi sonucunda, hastanın kullandığı bisacodyl, sibutramin, klorfeniramin, hidroklorotiyazid gibi maddeler içeren zayıflama haplarının etkisi ile ortaya çıkmış olması muhtemel olan Psödo-Bartter sendromu (kanda klorür, sodyum ve potasyumun olması gerekenin çok altına düşmesi ve kan sıvısında bikarbonat seviyesinin artması ile ortaya çıkan bir sağlık sorunu) nedeniyle öldüğü belirtiliyor. (Unuma, Tojo, Harada, Saka, Nakajima, Ishii, Fujita, Yoshida 2009)

Bu örnek hastaların nasıl bir hırsla çok sayıda ilaca mucizevi bir etki beklentisi ile üstelik onca yan etki yaşamalarına rağmen sarsılmaz bir umut ve bağlılıkla sarılabildiklerini göstermesi açısından oldukça çarpıcıdır. Bunda hastaların psikolojik yatkınlıkları yanında Dr.Cohen’in araştırmasında bahsettiği bağımlılık yapabilecek özellikteki içeriklerin etkili olmadığı düşünülebilir mi? 

Bütün bu bilgilerden sonra ufak bir eleştirimiz, mesleki kariyerine çok saygı duyduğumuz Dr.Mehmet Öz ile ilgili olacak. Kendisi geçtiğimiz haftalarda zayıflamaya yardımcı olduğu söylenen bir ürünü ilgiyle takip edilen Dr.OZ isimli programında önermiş ve bu durum tıp camiasında büyük tepki çekmişti. Bir tıp doktoru olarak sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme ve sağlıklı kilo verme konusundaki yaklaşımlarını daima takdir ettiğimiz Sayın Öz’ün, bütün benzerlerinde olduğu gibi kullanımı bırakıldıktan sonra etkisi ortadan kalkacak olan bir ürünü önermesini doğru bulmadığımızı belirtmek isteriz. 

Bunların dışında maalesef bir de fırsatçılar var. Kilo sorunu yaşayan kişi, içinde bulunduğu çaresizlik içinde bir umut ararken, güvendiği bir şöhrete, onu içinde bulunduğu durumdan çıkartacak bir kahraman gözüyle bakabiliyor. Ne yazık ki zayıflama ürünleri ya da mucizevi sonuçlar vadeden pek çok yöntem bundan yararlanıp bir sözde kahraman yaratarak ya da bir kahramanın arkasına sığınarak piyasada yer edinmeye ve tüketicinin gözünde inandırıcılık kazanmaya çalışabiliyor.  İş öyle noktalara varabiliyor ki bir insanın ismini, fotoğraflarını o insanın haberi dahi olmadan kullanarak ürünlerini hizmetlerini satmaya kalkabiliyorlar. Bu açıdan özellikle medya ve sanat dünyasının önde gelen isimleri bu konuda çok dikkatli olmalıdır. Ebru Şallı’nın yaşadığı olay bu durumun en canlı örneğidir.

"İnternet üzerinde adımın geçtiği bu tür reklamlara kimse aldanmasın. Zayıflama haplarıyla binlerce insan ölüyor. Ben sağlıklı beslenme ve sporla kilolarımdan kurtulduğumu söylüyorum. Asla bu tür hapları tavsiye etmiyorum" (Ebru Şallı 05.10.2011 Sabah Gazetesi)

Mucizeler uzaktan hoş gözükür ancak mucize umudu ile sarılınan geçici çözümler ne yazık ki içinden çıkılmaz bir sağlık sorunları yumağına dönüşebilir, hatta ölüme bile sürükleyebilir insanı. Değerli müzisyenlerimizden Işın Karaca’nın yaşadıkları bu konuda ibret vericidir.

“Önceleri sonuç çok iyi, susatıyor, hızla kilo veriliyor 'şahane' dedim. Ancak sonrası korkunç oldu, tansiyon problemim başladı. Vücudum alt üst oldu. İlaç kullandığıma bin pişman oldum. Kalıcı zararlar gördüm. Üç hafta tansiyonum fırladı ve kontrol edilemez bir hal aldı. Ölüyordum. Bu ilacın ben de yol açtığı hasardan kurtulmak için özel bir doktora gittim, ciddi tedavi gördüm. Bütün bu yaşadıklarımdan sonra ancak zayıflama konusunda bilinçlendim. Gazetelerde zayıflama ilacı kullanan gencecik insanların ölüm haberlerini okuyunca tüylerim diken diken oldu. Yaşadığım için şükrettim, benim de başıma gelebilirdi." (Işın Karaca 10.09.2007 Sabah Gazetesi)

Bu noktada tekrar hatırlatmak isteriz ki, sağlıklı kilo vermenin yolu sağlıklı bir yaşamdan geçer. Hormonal bir rahatsızlık ya da bir sağlık sorunu olmadığı takdirde kilo problemi yıllar içinde yerleşen hatalı beslenme alışkanlıklarının ve yanlış yaşam şeklinin bir sonucudur. Sorunun ortadan kalkması için öncelikle kilo sorunu yaşayan kişinin kilo verme konusunda istekli olması ve bu konuda profesyonel destek alması gerekir. Destek sürecinde kişinin, günlük yaşamında yaptığı hatalar tespit edildikten sonra, bunların ortadan kaldırılmasına yönelik uygun yönlendirmeler alacağı, sağlık durumuna özel beslenme şekli ve egzersiz içeriğini öğreneceği, yaşam tarzı değişimini sağlayacak, kapsamlı bir eğitim sürecine girmesi gerekir.

Sağlık, kendi mesleklerinde çok yetkin olsalar da sağlık alanında eğitimi olmayan insanların yönlendirmeleri ile riske atılamayacak kadar değerlidir ve asla şakaya gelmez.

Başka kahramanların peşinden gitmek ve bir takım ürünlerde mucize aramak yerine sağlıklı yaşamın aydınlığına doğru kendi yolunuzu çizin. Unutmayın yaşamınızdaki tek gerçek kahraman sizsiniz ve var olan tek gerçek mucize size her gün yeni ufuklar açan yaşamdır!


11 Kasım 2011 Cuma

Zayıflama Arzusu: Bir Ömür Süren Saplantı




Yeni ayda yeniden merhabalar!

Bu defa keyifle takip ettiğimiz bir blog sayfası ile ortaklaşa yaptığımız bir çalışmayı sizinle paylaşmak istiyoruz.

Medya Galaksisi Blog Sitesi’nin yetkilileri ekranlarda görünen 'sıfır beden' oyuncu ve mankenlerin, genç kızlarımız üzerinde nasıl bir etki bıraktıkları ile ilgili bir yazı yazmak istediklerini ve bu konuda katkılarımızı beklediklerini belirttiklerinde oldukça şaşırmakla birlikte önemli bulduğumuz bu teklifi seve seve kabul ettik ve şu an okumakta olduğunuz yazı ortaya çıktı.


Zayıflama Arzusu: Bir Ömür Süren Saplantı

Kadınların kendi bedenleri, vücutlarının görünümü ve ölçüleri ile ilgili yaşamakta oldukları sıkıntılar uzun yıllardır yapılmakta olan bilimsel çalışmalarda olanca açıklığıyla görülmektedir. 

Bu çalışmalar gösteriyor ki, kadınların büyük bir bölümünün aklının bir köşesinde daima kilo verme isteği bulunuyor. Üstelik fazla kilolarla ilgili sorunu olmayan hatta kendini kilolu olarak görmeyen kadınlarda bile kilo verme isteği görülüyor. Ne yazık ki bedenleri ile ilgili memnuniyetsizlik kadınların ömür boyu üzerlerinden atamadıkları bir algı olarak kalıyor. 

Schur, Sanders ve Steiner’in 2000 yılında yaptıkları bir çalışma, 9 yaşından itibaren kızlarda “biraz daha zayıf olmalıyım” şeklinde düşüncelerin ortaya çıktığını gösteriyor. Buna benzer bir çalışma da, Striegel, Moore ve Franko tarafından 2002 yılında yapılmış. Buna göre kadınlardaki “zayıflamam gerekiyor” düşüncesi 6-8 yaş aralığından itibaren ortaya çıkmaya başlıyor ve çoğunlukla bir ömür boyu devam ediyor.

Kenyon Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Prof. Linda Smolak’ın 2006 yılında Amerika’da yapmış olduğu bir çalışma, podyum mankenlerinin Amerikalı kadınların %98’inden daha zayıf olduklarını ortaya koyuyor. Üstelik bu araştırmaya göre ortalama bir Amerikalı kadın Beden Kitle İndeksi’ne göre “normal” değerler içinde yer alırken podyum mankenleri “zayıf” ve altı kategorilerde yer alarak pek çok sağlık sorununa açık bir konumda bulunuyorlar.

Medya, güzellik kavramı olarak bu ölçüleri dayattıkça, kadınlar ulaşmaları çok güç belki de imkansız olan bu ölçüler karşısında, büyük stres, ruhsal hastalıklara varacak şiddette mutsuzluk ve hayal kırıklıkları yaşayabiliyorlar. Bu konudaki bilimsel çalışmalara yönelik bilgilere yazımızın sonunda ayrıca yer vereceğiz ancak şimdi size isim ve detay vermeden kurumumuza başvuran ve zayıflamak isteyen danışanlarımızın bu konuda bizlerle paylaştıkları düşünceleri aktarmak isteriz.

  • “Lütfen yardım edin, ne yapsam olmuyor. Diyet yapıyorum, saatlerce egzersiz yapıyorum ama bir türlü kilo veremiyorum! Son umudum sizsiniz 43 kilo olmak istiyorum… boy: 1,63 kilo: 52…”

Bu mesajı eğer boy ve kilo değerlerini bilmeden okusaydınız gerçekten kilo sorunu yaşayan ve desteğe ihtiyacı olan bir insan olduğunu düşünebilirdiniz. Oysa beden kitle indeksine göre son derece normal ve sağlıklı bir genç kadın bu mesajı yazan. İsteği ise podyumlarda ekranlarda gördüğü ve muhtemelen kendisinden çok daha sağlıksız durumda olan kadınların fiziğine sahip olmak. Buna benzer o kadar çok başvuru alıyoruz ki… Tek başına bu örnek bile yazılı ve görsel medyanın, kadının benlik algısı, kendine saygısı ve kendini beğenmesi ile ilgili kriterler üzerinde ne oranda etkili olabildiğini anlamak için yeterli olabilir.


İdeal kilosunun üzerinde ve gerçekten desteğe ihtiyacı olan insanların yaşadıkları sorunlar çok daha büyük elbette…

  • “20 yıllık eşim artık yüzüme bile bakmıyor. Çoğu akşam nerede olduğunu bile bilmiyorum. Yatakları ayıralı o kadar uzun zaman oldu ki... Bana, “Senin gibi bir balina ile aynı yatakta yatamam... Çeki düzen ver kendine ya şu televizyonlardaki kadınlar gibi olursun ya da benim dışarıda farklı bir hayatım olur” dedi. Ne yapacağımı bilemiyorum, inanın çocuklarım olmasa yaşamak dahi istemiyorum, sadece onlar için katlanıyorum yardım edin (…)”

  • “Biliyorum çıkıp yürüyüş yapmak gerek ama o sokağa çıkmaya katlanamıyorum. Havaların ısınması ile kısacık şortlarını giydikleri gibi o incecik bacakları manken gibi fizikleri ile bütün sokakları dolduruyorlar! Onlardan nefret ediyorum! Üstelik onları gördükçe kendimden daha da çok nefret ediyorum… Hemen eve dönüyorum kendimi karanlık odama attığımda artık aynaları da görmüyorum işte sadece o zaman nefes alabiliyorum. Ne okula gitmek ne de yaşamak için bir istek yok içimde çoğu zaman çok çalışıp kazandığım bir bölüm olduğu halde sırf insanlar beni görmesin diye üniversiteye bile gitmiyorum (…)”

  • “Sevdiğim adam eskiden tombişim diye seviyordu beni. Bir gün onun evinde televizyonda bir defile seyrederken mankenlerin üzerindekileri gösterip “şu kıyafetler artık istesen de sana olmaz tombuldun da iyice şişko oldun sen kızım” dedi. O anda sanki başımdan aşağı kaynar sular döküldü, yok olmak istedim. En son bana ya kilo verirsin ya da bu ilişki biter dedi. Başkası olsa ayrıl derdim ama onu seviyorum çaresizim (…)”

  • “Çok mutsuzum, hayatıma giren bütün erkekler ya param için yanaştı ya da o gece birlikte olacak birini bulamadıkları için. Hiçbir ilişkim uzun soluklu olmadı benim. Hiçbiri yürekten seviyorum demedi. İstediklerini elde edene kadar onlarca sevgi sözcüğünü sahtekarca kirlettiler. Ama artık kararlıyım öyle bir kilo vereceğim ki o peşinden koştukları mankenler kadar ince olacağım! Hepsi peşimde pervane olacak ve bu kez ben onları parmağımda oynatarak bütün çektiğim acıların intikamını alacağım. Bundan sonra kızlar da korksun benden, sevgilileri gözlerini benden alamayacak! (…) ” 

  • “Biliyorum bir gün ben de o dizideki kız gibi incecik olacağım. İşte o zaman bana da aşık olacaklar. Bana hiç kimse seni seviyorum demedi biliyor musunuz… Ama bundan sonra her şey çok farklı olacak (…)”

Örnekler sayfalarca çoğaltılabilir. 

Yukarıda yer alan kimi danışan mektuplarında görüldüğü gibi, çiftlerden birinin kilo sorunu yaşıyor olması diğer partnerin ona olan arzusunu azaltabiliyor. Bu duruma daha çok ilişki süresince kilo artışı olduğunda rastlanıyor. Ne yazık ki bu olumsuz durum toplumumuzda genel olarak kadınların aleyhine işliyor.

Erkekler kilo aldığında bu durum çok fazla rahatsızlık yaratmadığı halde kadınların kilo alması erkeklerde arzunun azalmasına neden olabiliyor. Çoğu kez bu durum ilişkilerde aşılamayacak bir sorun haline geliyor. Medyanın dayattığı güzellik imajı gerçek hayatta yakalanamayınca çiftlerin birbirinden soğuması, aldatmalar ya da boşanmalar görülebiliyor. 

Ancak burada esas dikkat edilmesi gereken durum, kilo problemi yaşayan insanların da, ideal kilosunda olanların da, ideal kilonun oldukça altındaki podyum mankeni fiziğine özeniyor olmalarıdır. Ve bu kiloya ulaştıklarında mutlu olacaklarına, sevileceklerine inanmalarıdır.

Sanat camiasından bir örnek ile bu bölümü tamamlayalım. Nedim Saban’ı yıllardır gerek tiyatrolardan gerek radyo programlarından gerekse televizyon programlarından tanırız. Kendisinin dış görünümü ile ilgili yıllar içinde aklımızda bir imaj yerleşmiştir. Kısa boylu göbekli fazla kilolu bir erkek. Oysa bir süre önce bu dış görünüş değişti. Nedim Saban uzun süren bir sağlıklı ve bilinçli yaşam süreci ile fazla kilolarından kurtuldu ve ideal kilo ve fiziğine yakın bir kilo ve fiziğe kavuştu. Kendisi bu durumdan sağlığı açısından oldukça memnun. Ancak kilo verdiğimde karşı cins peşimde pervane olacak, bütün sorunlarım çözülecek, herkes beni arzulayacak zannedenleri üzecek bir röportajı var... 

Yaklaşık olarak diyor ki “Fazla kilolarım varken daha çok kadınla birlikte oluyordum. Zannedilenin aksine kilo vermek sizi daha çekici yapmıyor. Talipleriniz artmıyor. Kadınların gözünde ben de artık normal kilosundaki toplumun içindeki herhangi biriyim. Ama kendimi çok daha sağlıklı hissediyorum.”

Bu açıdan kilo verme konusunda insanların mutlaka doğru yönlendirilmeleri, hedeflerini doğru belirlemeleri, hayal peşinde koşmamaları ve destek almaları gerektiğini hatırlatmak istiyoruz. Özellikle uzun yıllar kilolu olduktan sonra ideal kilosuna ulaşmış bir insanın bu yeni bedenle yaşamaya alışma döneminde psikolojik desteğe ihtiyaç duyabileceğini belirtmemiz gerekir.

Sağlık açısından doğru olan, medyanın her gün televizyon dizileri, reklamlar, ana haber bültenleri, magazin programları, internet siteleri, dergi ve gazeteler aracılığı ile bir güzellik kavramı olarak önümüze getirdiği ve kadınlar için olmazsa olmaz bir estetik kriteri olarak dayattığı “manken fiziğinde olmak” değildir. Aslında size dayatılan bu imaj, kozmetikten tekstile, ilaç sanayisinden gıda sektörüne kadar çok büyük bir ekonomik pazarın işlemesi için sizi harekete geçirecek gizli mesajlar içeren bilinçli kampanyaların ürünüdür. Esasen olması gereken, bedenen ve ruhen sağlıklı olacağınız ideal kilo ve ölçülere sahip olup, bunu sağlıklı ve kaliteli bir yaşam şekli oluşturarak hayatınız boyunca koruyabilmenizdir.

Şimdi bu konuda yapılan bilimsel çalışmalara bir göz atalım:

  • Liverpool Üniversitesi tarafından yapılan çalışmada, 16-24 yaş arasındaki kız öğrencilerden oluşan katılımcılar, medyanın, moda ve çekici olma konusunda önemli bir bilgi kaynağı olduğunu belirtiyorlar. Bu çalışma, çok ince bedenlere sahip olan mankenlerin, medyada her gün yer almalarının, onları gören genç kızlarda, zayıflamak için çaba sarf etmek zorunda oldukları hissi uyandırabileceğini ortaya koyuyor. Ayrıca bu çalışmaya göre zayıf olmayı olumlu olarak gören kızlarda, kendi bedeninden tatmin olmama (memnuniyetsizlik) durumu ve yemek yeme bozukluğu daha fazla görülüyor. (Ahern, Bennett, Hetherington 2008)

  • Harvard Üniversitesi tarafından, ilkokul, ortaokul ve lisede okuyan kız öğrenciler üzerinde yapılan bir çalışmada, medyanın genç kızlarda beden şekli, kilo algısı, kilo korkusu, kilo kontrolü ve kilo verme davranışları, üzerindeki etkisi araştırılıyor. Bu araştırmanın sonuçları, sadece televizyonlardaki görüntülerin değil magazin dergilerinde yer alan fotoğrafların da genç kızların kendi kilo ve beden şekilleri ile ilgili algılarını doğrudan etkilediğini gösteriyor. Araştırmaya katılan genç kızların %69’u magazin dergilerindeki bedenleri “kusursuz vücut biçimi” olarak algılıyorlar ve %47’si bu vücutlara sahip olabilmek için kilo vermek istiyorlar. Ayrıca magazin dergilerinde yer alan zayıflama ve egzersiz yöntemlerinin anlatıldığı makaleler de, genç kızların kilo vermeyi istemelerine ve diyet yapmaya başlamalarına neden oluyor. Araştırmaya göre moda-magazin dergilerini okuyan genç kızların büyük bölümü kendi vücut ölçülerinden ve kilolarından memnun değil. Bu kızlar bilinçsiz şekilde kilo vermeye çabalıyorlar, bu da ruh ve beden sağlıklarının bozulmasına (anorexia nervosa, bulimia nervosa gibi hastalıklara) neden olabiliyor. Bu durum ileri aşamada depresyon ve ölüme varacak sonuçlar doğurabiliyor. Araştırmaya katılan genç kızların %59’u kendi vücutlarından hoşlanmıyor,  %66’sı kilo vermek istiyor. Oysaki katılımcıların yalnızca %29’u fazla kilo sorunu yaşıyor… (Field, Cheung, Wolf, Herzog, Gortmaker, Colditz 1999)

  • Florida Merkez Üniversitesi tarafından 3-6 yaş arası çocuklar üzerinde, medyanın genç kızların beden algıları üzerindeki etkilerini incemek için bir araştırma yapılıyor. Araştırma bu yaş grubunda medyadaki görüntülerin kızlar üzerinde etkili olmadığını, katılımcıların kendi görünümlerinden memnun olduklarını belirttiklerini ve ilerde şişmanlama konusunda bir endişe taşımadıklarını ortaya koyuyor. (Hayes, Tantleff-Dunn 2010) Bu araştırma 8-9 yaşından sonra bu endişelerin başladığına dair önceki çalışmaları da destekler nitelikte.

  • Hollanda Radboud Üniversitesi tarafından normal kiloya sahip 104 genç kız üzerinde yapılan ve 30 dakika boyunca güzel kızların oynadığı bir reklam filminin katılımcılara seyrettirildiği bir araştırma, televizyonların ekran boyutlarının farklı olmasının bile (4:3 ya da 16:9) seyirciye ulaşan görüntüyü etkileyerek katı diyet uygulayan ve uygulamayan kadınların, kendi bedenleri ile ilgili memnuniyet durumlarını ve yemek yeme davranışlarını farklı şekillerde etkileyebildiğini gösteriyor. (Anschutza, Engelsa, Beckera, van Striena 2008)

  • Minnesota Üniversitesi tarafından yapılan çalışmada medyadaki görüntülerle kendi görüntülerini karşılaştıran kadın ve erkeklerin bundan nasıl etkilendikleri araştırılıyor. Bu araştırmada erkeklerin bu durumdan etkilenmedikleri görülüyor. Kadınların ise medyadaki kadın imajı ile kendi görüntülerini karşılaştırdıklarında, kendine olan güvenini kaybetme, depresif ruh haline girme ve bedeninden hoşnutsuzluk duyma gibi olumsuz duygular oluşturduğu belirtiliyor. (van den Berg, Paxton, Keery, Wall, Guo, Neumark-Sztainer 2007)

  • Aarhus Üniversitesi ile Columbia Üniversitesinin ortaklaşa yaptığı bir araştırma ise Minnesota Üniversitesinin araştırmasından farklı olarak, erkeklerin de medyada çekicilik unsuru olarak yansıtılan kaslı erkek bedenlerinden etkilenerek, kendi bedenleri ile ilgili olumsuz algılar oluşturabildiklerini ortaya koyuyor. (Blond 2008)

  • Leeds Üniversitesi tarafından yapılan bir çalışma, ergenlik dönemindeki kızların medyadaki ince kadın imajından etkilendiklerini, bunu ulaşılması gereken beden şekli olarak gördüklerini ve bu nedenle kendi bedenlerinden memnun olmama sorunu yaşadıklarını ortaya koyuyor. Magazin dergilerinin bu konuda televizyonlardan daha etkili olduğu belirtilen çalışmada, ergen beslenmesi konusunda çalışanların, ergenlerin besin tercihlerini etkileyen bunun gibi çok farklı değişkenler konusunda dikkatli olmaları gerektiği vurgulanıyor. (Hill 2006)

  • Liverpool Üniversitesince kız öğrenciler üzerinde yapılan bir araştırma, medyadaki ince kadın imajını olumlu olarak gören kızlarda, bunu olumlu olarak görmeyen kızlara göre daha yüksek oranda yeme bozukluğu sorunlarının olduğunu ortaya koyuyor. (Ahern, Bennett, Hetherington 2008)

  • Leeds Üniversitesi’nin yaptığı çalışma, video kliplerde oynayan çok ince vücutlara sahip olan kadınların,  16-19 yaş grubundaki (ergenlik çağındaki) kızlar üzerindeki etkisini inceliyor. Buna göre 3 video klip seyrettikten sonra araştırmaya katılan kızların kendi bedenleri ile ilgili memnuniyetsizliklerinin arttığı ifade ediliyor. (Bell, Lawton, Dittmar 2007)

  • Toronto Üniversitesi tarafından yapılan çalışmada, magazin dergilerinde idealleştirilen ince vücutlu moda mankeni görüntülerinin, kadınlar üzerindeki etkisi inceleniyor. Bunun için üniversite öğrencisi olan kızlar 2 gruba ayrılıyor, birinci gruba ince bedenlere sahip modellerin olduğu 20 slayt gösteriliyor, diğer gruba ise insan bedeni içermeyen 20 farklı slayt gösteriliyor. Sonuçta ince bedenlere sahip mankenleri gören kızların depresif bir ruh haline girdikleri ve sinirlendikleri yani ruh hallerinin olumsuz etkilendiği gözlemleniyor. (Pinhas, Toner, Ali, Garfinkel, Stuckless 1999) 

  • Sussex Üniversitesi’nde yapılan çalışma, reklamlarda zayıf, normal ve kilolu bedenlere sahip kadın görsellerinin kullanılmasının, reklamı seyreden kadınların üzerindeki etkilerini inceliyor. Buna göre ince bedenlere sahip olan kadınların görsellerinin kullanılması, reklamı seyreden kadınlar üzerinde, kendi bedenleri ile ilgili endişe ve olumsuz algılara neden oluyor. Oysa normal kilolu kadın görsellerinin veya fazla kilolu kadın görsellerinin kullanıldığı ya da insan bedeninin hiç kullanılmadığı reklamların kadınlar üzerinde olumsuz bir etkisi olmuyor. Bunun yanında reklamda insan görüntüsü kullanıp kullanmamasının, ince kadın görseli ya da kilolu kadın görseli kullanıp kullanmamasının, seyirciler üzerinde, reklamın ürünü satın aldırma etkisi açısından bir fark yaratmadığı görülüyor. Bu durumda reklamcılara, kilolu ama aynı zamanda çekici modellerin kullanılması önerilerek, bu şekilde en azından reklamı seyreden kadınların büyük bir çoğunluğunun bedenleri ile ilgili olumsuz kaygılara kapılmalarının önlenebileceği ve sağlık kaybı ve ölümle sonuçlanabilen yemek yeme problemlerinin de bir miktar önüne geçilebileceği belirtiliyor.(Halliwell, Dittmar 2004)

  • Kanada Wilfrid Laurier Üniversitesi, bu konuda ilginç bir çalışma yapılıyor. 18-21 yaş arası üniversite öğrencisi kızların katıldığı araştırmada, ince vücut ölçülerine sahip kadın modellerin yer aldığı reklam filmlerini seyredenler kızlarda yeme alışkanlıklarının değiştiği ve kızların ikram edilen yiyeceklerden daha az miktarlarda tükettikleri görülüyor. Sosyokültürel normlara göre kadının değerini dış görünüşü belirler tezi üzerinden yürütülen paralel bir çalışmada 18-21 yaş arası üniversite öğrencisi kızlara, hem ince vücutlara sahip moda mankenleri hem de kilolu ama hayatta başarılı olmuş kadınların olduğu reklamlar birlikte gösterildiğinde kızların yemek yeme miktarlarını azaltmadıkları, yani yeme alışkanlıklarının bundan etkilenmediği görülüyor. Bu sonuç, kilolu ancak hayatta başarılı olan kadınların reklamlarda yer almasının, reklamı seyreden genç kızlara, başarı ve mutluluğun kilo ve dış görünüş ile doğrudan ilintili olmadığı mesajını verdiği gösteriyor. Ayrıca bu şekilde bir uygulamanın, medyada ince kadın bedenlerine maruz kalmanın kadınlar üzerinde yarattığı olumsuz durumların ve beslenme bozukluklarının azalmasına yardımcı olabileceği belirtiliyor. Paralel bir çalışma da sosyal etkileşim ile ilgili olarak yapılıyor. 18-21 yaş arası üniversite öğrencisi kızlara yine ince vücut ölçülerine sahip modellerin olduğu reklamlar gösteriliyor bu reklamları seyreden kızların daha önceki çalışmada yeme miktarlarını azalttıkları görülmüştü. Ancak bu çalışmada katılımcılara, akranlarının bu zayıf görünümü sağlıklı bulmadıkları ve eleştirdikleri artık bu görünümün güzel ve popüler bulunmadığı vb. bilgiler verildiğinde yeme miktarlarının çok daha az oranda etkilendiği görülüyor.( Strahan, Spencer, Zanna 2007)

Örnekler çoğaltılabilir, ancak bütün bu araştırmalar medyanın doğrudan ya da dolaylı yoldan insan sağlığı üzerinde ne kadar büyük bir etkiye sahip olduğunu açık olarak gösteriyor. Özellikle gelişim çağındaki ve her yaştaki kadınların ruh hallerinin olumsuz etkilenmemesi ve beslenme alışkanlıklarının bu doğrultuda bozulmaması adına, medyanın dünyanın farklı ülkelerindeki farklı üniversitelerinde yapılmış olan bu örnek çalışmalara duyarlılık göstermesi gerektiğini düşünüyoruz.


18 Ekim 2011 Salı

Musluğunuzdan Akan Su Yaşamınızı Karartmasın!




Barınma, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana insanın en temel ihtiyaçlarından biri olarak kabul edilmiştir. Günümüzde de barınma ihtiyacımızı ev ya da apartman dairelerimizde yaşayarak karşılıyoruz ve eski çağlara göre çok daha güvenli ve konforlu bir yaşam sürüyoruz. Yıllar içinde teknolojinin ilerlemesi ile hayatımıza giren en büyük kolaylıklardan biri de barınma alanlarımızda kullanmaya başladığımız musluk suyu olmuştur. 


Eski zamanları hatırlayanlarınız vardır, hani şu suların kesildiği, kovalardan maşrapalarla alınan suların temizlik ve gündelik işlerde kullanılmak zorunda kaldığı sıkıntılı günleri... Hele bir de şehir şebekesi bağlanmamış, çeşmeden taşıdıkları su ile ev işlerini yapan, yemeklerini hazırlayan, yıkanan ve yaşamlarını bu şekilde sürdürmek zorunda kalan insanlarımızı düşünelim... Ne kadar büyük bir nimet değil mi musluk suyu? Bir musluğu hareket ettirmenizle su emrimize amade!


Ancak yaşamın kaynağı olan suyu en kolay şekilde kullanımımıza sunan musluklar, aynı zamanda, namlu ağzına kurşun sürülmüş, canımıza kast eden bir silaha da dönüşebiliyor! Sabahları muslukları ilk açışınızla birlikte, borular içinde akşam boyunca bekleyen suyun açık kahverengi-sarı gibi bir tonda aktığını gördüğünüz olmuştur. Hele 15-20 yıldan yaşlı bir apartmanda yaşıyorsanız sabahları bu manzara ile karşılaşıyor olma ihtimaliniz oldukça yüksektir. İşte burada görünen renk değişimi, borular içinde biriken çamur yanında kurşun, bakır, demir gibi ağır metallerin oluşturduğu tortudur. Ve bu ağır metaller başta kurşun zehirlenmesi olmak üzere pek çok sağlık sorununa neden olabilmektedir.


İçme suyu olarak musluk suyunu kullanmamak bir çözüm gibi görünse de ne yazık ki bu yeterli değil. Yapılan araştırmalar kurşun barındıran musluk suyu ile pişirilen makarna, pilav, sebze yemekleri, çorbalar, çay vb bütün yiyecek ve içeceklerin içeriğine kurşun karıştığını ve bunun özellikle çocukların kanlarındaki kurşun değerlerinin yükselmesine neden olarak sağlıklarını ciddi ölçüde tehdit ettiğini ortaya koyuyor.


Uluslararası kanser araştırmaları kurumu (IARC)’nun yaptığı bir çalışma, ağır metallerin, sinir sistemi, karaciğer ve böbrekleri olumsuz şekilde etkilemenin yanında, kanser oluşumuna neden olabilme ve anne karnındaki bebeğin sağlıksız gelişimine neden olabilme gibi etkilerinin de olabileceğini ortaya koyuyor.  


Keele Üniversitesi ve Kral Abdül Aziz Üniversitesi’nin geçtiğimiz aylarda yayınladıkları bir ortak çalışmaları ağır metallerin kalp damar hastalıklarına da neden olabildiğini ortaya koymakta Bu araştırmaya göre özellikle kurşun, yüksek tansiyon, koroner kalp hastalığı, inme, kalp krizi gibi sağlık sorunlarına yol açabiliyor.


Federal Espirito Santo Üniversitesi, Otonom Madrid Üniversitesi ve Giessen Üniversitesi’nin ortaklaşa yürüttüğü bir çalışma uzun süreli kurşuna maruz kalmanın yüksek tansiyon ve kalp-damar hastalıklarına neden olduğunu ortaya koymanın yanında kısa süreli yüksek dozda kurşuna maruz kalmanın da yine yüksek tansiyona (sistolik) neden olabileceğini gösteriyor.


Harvard üniversitesi tıp fakültesinde yapılan bir araştırma da çocukluk çağında maruz kalınan kurşunun neden olduğu merkezi sinir sistemi hasarlarının kalıcı olabileceğini gösteriyor. Bu hasarın anti-sosyal kişilik bozukluğuna ve suça eğilimli bir birey olmaya neden olabileceği söyleniyor. Cincinnati çocuk hastanesi tıp merkezinin yapmış olduğu araştırma da çocukların maruz kaldığı kurşun zehirlenmesinin IQ düzeyinde 6,9 puanlık bir düşüşe neden olduğunu gösteriyor.


Harvard Üniversitesi Tıp fakültesi’nin Boston Çocuk hastanesi ile ortaklaşa yürüttüğü bir çalışma da, kandaki kurşun seviyesinin normalden fazla olmasının çocuklarda, zeka geriliğine, ölüm oranında artışa, böbrek fonksiyonlarında bozulmaya, kalp damar sistemi hastalıklarına, psikiyatrik bozukluklara, cinsel gelişim sorunlarına, ağız diş sağlığı sorunlarına neden olduğunu  ortaya koyuyor.


Bütün bu araştırma sonuçları ürkütücü bir gerçeği yeniden görmemizi sağlıyor. Bilindiği gibi kurşun insan vücudunda kullanılamayan ancak depolanan bir maddedir. Özellikle dişlerde ve kemiklerde depolanır. 


Çocuklarda suda çözünebilen kurşun %40-50 oranında emilir, yetişkinlerde ise bu oran %3-10 arasında kalır. Bu da eğer gerekli önlemler alınmazsa çocukların kısa dönem ve uzun dönem kurşuna maruz kalma durumundan çok daha yüksek oranda etkileneceğini ve ne yazık ki kurşun zehirlenmesine bağlı, geri dönüşü oldukça zor olan, sağlık sorunları yaşayabileceklerini gösterir. 


Vücuttan atılandan daha fazla kurşun emilirse belirttiğimiz sağlık sorunları ortaya çıkar. Hamilelik, menapoz ve kemik kırılmaları gibi durumlarda, kemik yapısında, erime gibi değişiklikler gerçekleşir ve kemiklerde depolanmış olan kurşun, yeniden kana karışarak, depolandıktan yıllar sonra bile ciddi sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olabilir. 



Bu duruma karşı neler yapılabileceğini değerlendirelim:
 

  • Öncelikle musluk suları belli aralıklarla ölçülerek ağır metal barındırıp barındırmadıkları kontrol edilebilir. 


  • Musluk suyu kullanılmadan önce en az 1 dakika süresince suyun akıtılması ve soğuk su musluğunun kullanımının tercih edilmesi yararlı olabilir. 


  • Kurşun ve diğer ağır metaller, barajlardan ya da ana su havzalarından değil genellikle evimize suyu ulaştıran ana su borusu hatlarından, pompalardan ve apartman içi su tesisat borularından suya karışır. Bu durumda analizlerde yüksek oranda kurşun tespit edilmişse önce daire içi ve apartman içi boruların değiştirilmesi ile çözüm için bir adım atılması ardından sorun devam ediyorsa ana boruların değiştirilmesi için belediyelere müracat edilebilir.


  • Su filtreleri kullanılarak ağır metaller büyük oranda süzüldükten sonra musluk suyu kullanılabilir. Yemekler ve çay benzeri içecekler musluk suyu yerine içme suları ile hazırlanabilir.


  • Sağlık durumu müsaitse doktora danışılarak kurşun ve diğer ağır metallerin olumsuz etkilerini azaltacak c vitamini gibi kalsiyum gibi vitamin ve mineral destekleri alınabilir.


  • Çevre bilim ve teknoloji konularında çalışmaları olan doktor Renner'e göre, sigara dumanına maruz kalmak, kalsiyumdan fakir beslenmek, aç karnına kurşundan zengin bir su tüketmek gibi durumlardan kaçınmak gerekir. Bu durumlar kurşunun vücut tarafından emilmesini kolaylaştıracağı gibi vücutta depolanan kurşun miktarının da artmasına neden olacaktır. 


Bunun gibi önlemlerle yaşamı kabusa çevirebilecek kurşun gibi ağır metal zehirlenmelerinden korunmak mümkün olabilir.


Ağır metallerin sizin ve sevdiklerinizin hayatlarını olumsuz etkilemeyeceği


Sağlıklı ve Kaliteli bir Yaşam dileklerimizle…

7 Ekim 2011 Cuma

Kilolarınızla Gerçekten Mutlu musunuz?




Yeni bir ayda yeniden birlikteyiz, 

Bu ay sizi biraz eskilere götürmek istiyoruz, 70'li yılları bazılarınız hatırlar ama eminiz pek çoğunuz o yıllardan kalan keyifli Yeşilçam filmlerini seyretmişsinizdir. Bu dönem filmlerinde karşımıza sık çıkan figürler bulunurdu. Zengin ama mutsuz kız, fakir ama mutsuz kız, hasta ve sürekli doktor kontrolünde olması gereken kız... Bütün bu mutsuz ve hasta insanların ortak noktası fiziken zayıf olmalarıydı. 

Bir de bunun zıttı vardı o dönemin filmlerinde, devamlı neşeli esprileri ve kahkahaları eksik olmayan aşçılar, hizmetliler, hayatın içinden insanlar vs.. Bu insanların da bir ortak özellikleri vardı, şişmanlık!

Ne ilginçtir ki, toplumda yıllar içinde oturmuş yargılardan biridir bu. Şişman insan hep neşelidir, hep iyi kalplidir, hep iyi niyetlidir diye düşünülür. Arkadaş çevrenizi, aile çevrenizi düşünün tanıdığınız kilo sorunu olan yakınlarınızı hep gülen yüzleri ve esprili yapıları ile hatırlayacaksınız. Peki bu gerçekten böyle mi şişman insanlar gerçekten çok neşeli, çok mutlu çok iyi kalpli insanlar mı?

Geçtiğimiz aylarda Amerikan Illinois Üniversitesi tarafından yayınlanan bir çalışma bunun gerçeği yansıtmadığını ortaya koyuyor ne yazık ki..

3600 kişi üzerinde yapılan bu araştırma obezitenin depresyon ile doğrudan bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor. 

Buna göre özellikle kadınlarda bel ölçüsü ile depresyon arasında paralel bir ilişki var.  Aynı şekilde beden kitle indeksi ile depresyon arasında da bir ilişki tespit edilmiş. Bel çevresi 88 cm’den geniş olan kadınlar ve bel  çevresi 102 cm’den geniş olan erkekler incelendiğinde özellikle bu gruba giren kadınların ağır depresyon riski altında oldukları görülmüş. Üstelik bel çevresi geniş olan kadınlar olmayanlara oranla iki kat daha fazla depresyona yakalanma riski taşıyorlar.

Kadınlarda, Beden Kitle İndeksi’ne göre Obez (1.Derecede Şişman)(BKİ 30-39 kg/m2) ve İleri derecede Obez (BKİ 40 kg/m2) olarak değerlendirilenlerin depresyona;  zayıf, normal kilolu ve hafif şişman olarak değerlendirilenlerden çok daha sık yakalandıkları da gözlenmiş.  

Araştırmaya göre erkeklerde, BKİ seviyeleri ya da Bel çevresi ölçüleri ile depresyon arasında doğrudan bir ilişki bulunamamış. Yani erkeklerde Beden kitle indeksine göre zayıf ya da normal kilolu olan ile ileri derecede obez olanlar arasında ya da bel çevresi 102 cm'den geniş olanlarla olmayanlar arasında depresyona yakalanma açısından anlamlı bir fark görülmüyor. 

Ancak her iki cinste de genel sağlık durumunun ve ekonomik durumun kötü olmasının da depresyon oranını artırdığı gözlenmiş.

Örneğin kalp-damar hastalıkları ve diyabet, depresyonda da ve obezitede de sık görülen sağlık sorunlarıdır, özellikle depresyon ve obezite bir arada bulunduğunda bu durum hastanın sağlık durumu ve iyileşme süreçleri üzerinde çok olumsuz bir etki yaratmaktadır.

Benzer bir çalışma California Tıbbi Araştırmalar Enstitüsü'nde de yapılmış ve bu sonuçları destekleyen bulgular elde edilmişti.

Bu araştırmalara baktığımızda, özellikle bel çevresi 88 cm'den geniş olan ve/veya BKİ 30 kg/m2'nin üzerinde olan kadınların, profesyonel destek alarak, sağlıklı beslenme, sağlık durumuna uygun egzersiz ve etkili kontrol ve destek ile kilo vermenin yanında, depresyondan da kurtulabilecekleri ve daha sağlıklı ve mutlu bir yaşama adım atabilecekleri sonucuna varabiliriz.

Çevrenizde böyle kişiler varsa destek almalarına öncü olarak daha sağlıklı ve kaliteli bir yaşama adım atmalarını sağlayabilirsiniz.


19 Eylül 2011 Pazartesi

Besin Tipleri ve Obezite


Sosyal yaşamın ayrılmaz parçalarından biri de, hoş sohbetler eşliğinde yenilen yemeklerdir. Öğrencilik yıllarında en keyifli sohbetlerin yapıldığı yerler genelde  ayak üstü atıştırmaların yapıldığı büfelerdir. Altın günlerinde sofraya dizilen çeşit çeşit yemekler evin hanımlarının maharetlerini misafirlerine göstermesinin etkili bir yolu olarak görülmüştür. İş hayatı ile birlikte ciddi ve uzun soluklu konuların konuşulduğu, kimi zaman stresli kimi zaman neşeli anların paylaşıldığı yemek masaları hayatlarımızda yerini bulur.

Önceki yazımızda değindiğimiz gibi açık havada yapılan etkinliklerde yemek yemek vazgeçilmezlerimizden biri olur. Aslında yemek yemek, sağlıklı bir yaşam için gerekli olan temel ihtiyaçlarımızın başında geldiğinden, hayatın hemen her alanında farklı şekil ve formlarda besinlerle sıklıkla karşılaşırız.

Beslenme kimileri için temel yaşamsal bir ihtiyacın karşılanması, kimilerine göre de bir zevktir. Ancak bilimsel araştırmalar yapıldıkça beslenmenin insan sağlığını etkileyen en önemli unsurlardan biri, belki de en önemlisi olduğu ortaya çıkmıştır. Yıllar içinde beslenme ve diyetetik biliminin oluşumu ile beraber besinler farklı tiplere ayrılmış ve insan bedenine her bir besinin nasıl etkiler yaptığı detaylı olarak araştırılmaya başlanmıştır.

Örneğin kırmızı et, şekerli tatlılar, yüksek yağlı besinler ve rafine edilmiş ürünlerin tüketildiği batı tipi beslenme uzun yıllar maddi durumu iyi olan insanların sağlıklı beslenme şekli olarak kabul görmüştür. Oysa bugün bu beslenme tarzının başta kalp damar hastalıkları olmak üzere pek çok sağlık sorununun temel etkeni olduğunu biliyoruz.

Ne yazık ki günümüzde dünya genelinde her 10 çocuk ve ergenden birinin obezite ya da fazla kilo sorunu yaşadığı tahmin edilirken, 2007-2008 yılları arasında yapılan Amerikan Ulusal Sağlık ve Beslenme Taraması Amerika’da yaşayan her 3 çocuk ve ergenden birinin fazla kilolu ya da obez olduğunu gösteriyor.

En son California Loma Linda Universitesi, Halk Sağlığı Okulu, Epidomiyoloji ve Biyoistatistik Bölümlerinin ortaklaşa yürüttüğü bir araştırma, çocukluk ve ergenlik döneminde görülen fazla kilo ve obezite sorununun tüketilen besin çeşitleri ile bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu örnek yalnız tüketilen miktarın değil, hangi besin tiplerinin tüketilmekte olduğunun da kilo alımı ile doğrudan bağlantılı olduğunu bizlere göstermektedir.

Araştırmaya göre sağlıklı beslenme ve egzersiz, kilo kontrolünün temel direkleridir. Çalışmalar, televizyon karşısında hareketsiz şekilde saatlerini geçiren ve bu sırada yağ ve şeker bakımından zengin, kalsiyum bakımından fakir abur cuburlar tüketen, meyve tüketimi düşük olan çocuk ve ergenlerin kilo sorunu ile daha çok karşılaştıklarını; buna karşın sebze ağırlıklı beslenen, hareketlilikleri fazla olan çocukların daha ince oldukları ve kilo sorunu yaşamadıklarını gösteriyor.

Lif oranı yüksek, yağ oranı düşük bitkisel besinlerin dengeli şekilde tüketimi fazla kilo ve obezite sorununa karşı etkili bir çözüm olabilir. Günlük beslenmede tüketilen yiyecek türleri Beden Kitle İndeksi* ’nin normal kabul edilen sınırlar içinde kalmasını sağlayabilir.

Bu araştırmaya göre besinler 7 gruba ayrılabilir:

Kabuklu Yemişler (Fındık, ceviz, badem, fıstık, fıstık ezmesi vs)

Kabuklu yemişler yağdan zengin oldukları halde trans yağ ve doymuş yağ içerikleri düşük olduğundan tok tutucu bir özelliğe sahipler ve kilo kontrolünde oldukça yardımcı etkileri var.

2000 yılında Perdue Üniversitesinde yapılan bir çalışma yer fıstığının açlık hissini bastırdığını ve sonraki gıda alımını azalttığını göstermektedir.

Tahıllar (Kahvaltılık gevrek, kraker, ekmek, bisküvi, kek, krep, tost, waffle, makarna, noodle, müsli vs)

Meyveler (Elma, narenciye, muz ve diğer meyveler, konserve meyveler, kuru üzüm, kurutulmuş meyve, portakal suyu, diğer meyve suları vs)

Sebzeler (Sebze salatası, havuç, kereviz, patates, yeşil fasulye, fasulye çeşitleri, pişmiş sebze vs)
Bu araştırma bitkisel ağırlıklı beslenmenin kilo kontrolünde yararlı ve obeziteye karşı etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Tahıl, kabuklu yemişler ve sebze grubundaki besinlerin tüketilmesi obezite ve fazla kilo alımına karşı koruyucu etki gösteriyor. 

Araştırma sonuçları beslenme ile ihtiyaç kadar tüketilen doğal bitkisel yağların, kilo alımı üzerinde anlamlı bir katkısı olmadığını gösteriyor.

Süt ürünleri (Tam yağlı süt, tam yağlı çikolatalı süt, tam yağlı süzme peynir, tam yağlı peynir çeşitleri, tam yağlı yoğurt, puding, dondurma, dondurulmuş yoğurt, milkshake vs)

Araştırma, tam yağlı ve şeker içeren süt ürünlerinin (Puding, dondurma, milkshake, vs) kilo alımına doğrudan neden olarak obeziteye davetiye çıkardığını gösteriyor.

Etler (Yumurta, sosis, hamburger köftesi, biftek, rozbif, kızarmış tavuk, tavuk, pastırma, jambon, balık vs)

Araştırmada et, balık, yumurta ve meyvelerin kilo alımı üzerine anlamlı bir etkisi gözlenmemiş. Ancak lif ve proteinden zengin olan besinlerin tüketilmesi acıkma hissinin daha az hissedilmesine yardımcı olduğu belirtiliyor.

Besin öğesi düşük kalorisi yüksek gıdalar (Meyve kokteyli, şekerli çörekler (donut vb.), cips, patates kızartması, kurabiye, kek, turta vs) 

Ayrıca bu grupların bazıları karıştırılarak yeni gruplar da oluşturulabilir. Örneğin et ve tahıllar (taco, pizza, hamburger vs), et ve sebze (çorba, güveç vs),  Besin öğesi düşük kalorisi yüksek gıdalar ve süt ürünleri (dondurma çubukları vs), Besin öğesi düşük kalorisi yüksek gıdalar ve tahıl (dondurma külahı vs)

Konuya yönelik Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin yayınladığı bir araştırma, kalorisi düşük beslenmenin kilo kontrolü ve sağlıklı zayıflama için oldukça önemli olduğunu ortaya koymaktadır.

Buna göre sebze, meyve, fındık, süt ürünleri, yumurta akı, buğday ve soya proteinleri ve yağsız et tüketilmelidir. Buna karşın işlenmiş gıdalar, rafine karbonhidrat açısından zengin, şeker ve kısmen hidrojenize yağlar tamamen beslenmeden çıkartılmalıdır.

Araştırmaların sonuçlarına göre belirtilen besin gruplarından sağlıklı olanları tüketmeyi tercih etmeniz kilo kontrolü ve sağlıklı beslenme açısından size yardımcı olacaktır.


_______________________________________________________________________

* Beden Kitle İndeksi (BKİ) : İngilizcesi Body Mass Index (BMI) Vücut kitle indeksi (VKİ) olarak da bilinmekedir. En yaygın kullanılan vücut ağırlığı değerlendirme ölçüsüdür. Vücut ağırlığının (kg) ve boy uzunluğunun (metre) cinsinden karesine bölünmesiyle hesaplanır. Ölçüm sonucu açısından 19'un altındaki kişiler  zayıf, 19- 25 arasındakiler normal, 25- 30 arasındakiler kilolu ve 30'un üzerindeki kişiler şişman (obez) olarak kabul edilmektedir.

16 Eylül 2011 Cuma

Açık Havada (Pikniklerde) Sağlıklı Besin Tüketimi


Blogumuzun ilk yazısında eğlenceli bir paylaşımda bulunmak istedik. Malum sonbahara girdik ancak henüz yazın etkisinde çıkmış değiliz dolayısı ile hala güneşin ve temiz havanın tadını çıkartabiliyoruz! Tabi bu durum açık havada yapılacak pek çok etkinlik imkanını da beraberinde getiriyor. 

Bu dönemde imkanlar dahilinde açık havada oksijen alımının artırılmasını sağlayacak ve modern yaşamının getirdiği hareketsizliğin olumsuz etkilerini azaltacak, fiziksel açıdan aktif olacağınız etkinlikleri tercih etmenizi öneriyoruz. 

Trekking, doğada bisiklet sürme, ata binme, yüzme gibi sizi hem stresten uzaklaştıracak hem de tembelleşen kaslarınızı kullanmanızı sağlayacak etkinlikler tercih edilebilir örneğin.

Tabi ki açık havada akla gelen bir diğer etkinlik de pikniktir. Piknik kalabalık arkadaş grupları ya da aileniz ile paylaşabileceğiniz kaliteli ve eğlenceli bir zaman dilimini size sunacaktır. Üstelik fiziksel kapasitenizi çok zorlamadan aktif olarak hareket etmenizi destekleyecek fırsatlar da sunar. Buna az önce önerdiğimiz bisiklet, trekking, at binme ve top ile oynanan oyunlar da eklenebilir.

Ancak piknik yapmak beraberinde sağlık risklerini de getirebilmektedir. Bu açıdan Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi(FDA)’nin açık alanlarda besin tüketimi ve gıda hijyeni konusundaki uyarılarını dikkate almakta yarar var.

Sıcak havanın besinlerin içindeki bakteri oluşumunu desteklediğini unutmamamız gerekiyor. Dışarıda korumasız bırakacağımız besinler güneş altında ya da ortamdaki sıcaklığın etkisi ile ısındıkça içlerindeki bakteri miktarı da artıyor. Bu nedenle yiyeceklerin piknik alanına taşınması, yiyeceklerin hazırlanması, sunumu ve tüketimi ile ilgili önerilere kulak vermenizi öneririz.

Tabi güvenli beslenmenin temizlik ile başladığını unutmuyoruz. Bu nedenle öncelikle dikkat edilmesi gereken nokta yiyecekleri hazırladığımız ve yediğimiz organlarımızın yani ellerimizin temizliği. Bunu sabun ve su ile ya da ıslak mendiller ile kolaylıkla sağlayabiliriz. Aynı zamanda kullanılacak kaplar, tabak, çanak, çatal, bıçak ve benzeri malzemelerin de temiz olmasına dikkat edilmesi gerekiyor.


Yiyeceklerin Sağlıklı Şekilde Paketlenmesi ve Taşınması:

Soğuk yiyecekleri soğuk tutun: Bakteri oluşumunun önlenmesi için soğuk besinlerin 4 derece ve altında bir ısıda korunması gerekir. Bunun için pikniğe uygun büyük buz kaplarından temin edebilirsiniz. İçini buz, buz bataryası, buz jeli gibi soğuğu sağlayacak ve koruyacak malzeme ile doldurun. Et, kümes hayvanları (tavuk, hindi vs), balık (deniz ürünleri) donmuş olarak paketlenerek kaba konulabilir böylece pişene kadar daha uzun süre soğuk olarak saklanabilir. 

Buz kaplarının içeriğinin düzenlenmesi: İçecek ve yiyecekleri farklı buz kaplarına koyun. İçeceklerin farklı bir buz kabına konulması yiyeceklerin ayrı bir buz kabına konulması, yiyeceklerin içinde bulunduğu buz kabının gereğinden fazla açılıp kapanmasını önleyecek ve sıcak hava ile temasını azaltacaktır. Bu da yiyeceklerin daha uzun süre taze ve bakteriden uzak kalmasını sağlar.

Buz kaplarını kapalı tutun: Buz kaplarının kapaklarını gerekmedikçe açıp kapatmayın. Buna dikkat etmeniz yiyecek ve içeceklerin daha uzun süreler soğuk ve sağlıklı kalmasını sağlar.

Kontaminasyon (bulaşma) oluşumuna izin vermeyin: Çiğ haldeki et, tavuk, balık ve deniz ürünlerinin uygun şekilde paketlenmiş olarak saklanmasına dikkat edin. Uygun paketleme çiğ et, tavuk, balık gibi yiyeceklerin sularının önceden hazırlanmış olan yemeklere, salatalara ya da çiğ olarak tüketilecek olan sebze ve meyvelere bulaşmasını önleyecektir.

Besinlerinizi temizleyin: Pikniğe gitmeden önce evinizde piknikte tüketilecek olan sebze ve meyveleri (üzerlerindeki zirai ilaçların da temizlenebilmesi için) iyice yıkayın. Yıkadıktan sonra kağıt havlu ile kurulayın temiz kaplar içinde ya da uygun poşetler ile buz kabına yerleştirin.


Mangal Yapacaklar İçin Güvenli Izgara Yapma Önerileri:

Güvenli marinasyon: Marinasyon et, balık, tavuk gibi protein kaynaklarının, yumuşatma-lezzetlendirme gibi amaçlarla bir kap içinde sosa yatırılarak bekletilmesi anlamına gelir. Bu işlemin kesinlikle oda sıcaklığında yapılmaması gerekir. Bakteri oluşumunu önlemek için bu işlem yalnızca marinasyonu yapılan yiyecek buzdolabında bekletilerek gerçekleştirilebilir. Marinasyon sosu asla pişirme için ya da pişmiş yiyecek üzerine sos olarak sürmek için kullanılmamalıdır.

Doğru ısıda pişirme: Et, balık, tavuk gibi besinlerin hangi derecelerde sağlıklı şekilde pişeceğini bilmek bakteri oluşumu riskini azaltacağı gibi zehirlenme vakalarının da önüne geçilmesini kolaylaştıracaktır. Bunu piyasada yaklaşık 20 TL civarında bulabileceğiniz bir et termometresi ile yapabilirsiniz. Sancılı ve sıkıntılı bir zehirlenme süreci yaşamakla karşılaştırıldığında oldukça ucuz bir çözüm!

Et için uygun pişme ısısı 62-63 derece, balık için 62-63 derece, yumurta ile hazırlanan yemekler için 71 derece, tavuk göğüs eti ve kümes hayvanları için 74 derecedir.

Pişen yiyecekleri sıcak tutun: Izgara et ve benzerleri piştiği anda yenilmeyecekse bozulmamaları için sıcak tutulmaları gerekir. Bunun için mangalın yan kısımlarında altına kömür gelmeyen kısımlarda bekletilmeleri uygun olacaktır. Bu hem onları sıcak tutacak hem de gereğinden fazla pişmelerini önleyecektir.

Tabakları ve kapları tekrar kullanmayın: Özellikle içine çiğ haldeki et, tavuk, balık gibi ürünleri koyduğunuz kap ve tabakları yeniden kullanmayın. Hele pişen yiyecekleri koymak için o kap ve tabakları asla kullanmayın! 

Eğer bu kap ve tabaklar kullanılırsa içlerinde kalan çiğ haldeki et, balık, tavuk gibi yiyeceklerin suları pişmiş olan yiyeceklere bulaşacak bu da pişmiş olan et, balık , tavuk gibi yiyecekler üzerinde bakteri üremesine neden olabilecek ve gıda zehirlenmelerine neden olabilecektir.

Piknikte Yiyeceklerin Sunumu: 

Soğuk yiyecekler soğuk sıcak yiyecekler sıcak tutulmalı! Açık havada 32 derecenin üzerindeki sıcaklıklarda, yiyeceklerin içindeki bakteriler 1 saat gibi kısa bir sürede çok hızlı şekilde çoğalarak gıda zehirlenmelerine neden olabilirler. Bu nedenle yiyecekler en geç 1-2 saat içinde tüketilmelidir.

Dikkat edilmesi gereken temel nokta sıcak yiyeceklerin sıcak, soğuk yiyeceklerin soğuk olarak saklanması kuralıdır.

Soğuk yiyecekler: Tüketilene kadar buz kabında 4 derece ve altındaki bir ısıda saklanması gereken yiyeceklerdir.

Servis edildikten sonra açık havada 2 saatten fazla beklememesi gerekir. Hele ortamın sıcaklığı 32 derece ve üzerinde ise 1 saatten fazla beklememesi gerekir. Eğer beklerse o yiyeceği tüketmeyin hemen atın. Böylece çok tatsız bir sağlık sorunundan kendinizi korumuş olursunuz.

Tavuklu salata, tatlı gibi yiyecekler buz kabının içinde doğrudan buzların arasına yerleştirilecek saklama kapları içinde saklanabilir. Ancak bu durumda eriyen buzlardan çıkan sularının sık sık temizlenmesine dikkat etmek ve imkan varsa eriyenlerin yerine yeni buz eklemek gerekir.

Sıcak yiyecekler: Sıcak yiyecekler sıcak olarak sunulmalı ve tüketilmelidir. Bu nedenle 60 derecenin üzerindeki bir ısıda bekletilmeleri gerekir. Bu nedenle piştikten sonra çok iyi paketlenmeleri ve tüketilene kadar ısı yalıtımı yapılmış termos özellikli kaplarda saklanmaları gerekir.

Soğuk yiyeceklerde olduğu gibi sıcak yiyecekler de dış ortamda 2 saatten fazla bekledikleri takdirde içlerinde bakteri üremesi gerçekleşir ve gıda zehirlenmelerine neden olabilirler. Bu nedenle havanın 32 derece altında olduğu zamanlarda en fazla 2 saat, 32 derece ve üzerinde olduğu zamanlarda ise en fazla 1 saat sağlıklı şekilde tüketime hazır olarak bekletilebilir. Buna dikkat edilmeli uygun zamandan fazla beklemiş olan yiyecekler kesinlikle tüketilmemelidir.

Bunun gibi basit kurallara dikkat ederek açık havada hem fiziksel açıdan aktif, hem sosyal açıdan paylaşımcı, hem de sağlıklı ve kaliteli bir zaman geçirebilirsiniz.