28 Mayıs 2012 Pazartesi

Eğitimde Su ile Gelen Başarı


Yaşamın kaynağı olarak bildiğimiz su beden için olduğu kadar zihin için de vazgeçilmezler arasında yer alıyor.

Westminister ve Doğu Londra Üniversitelerinin ortaklaşa yürüttükleri bir çalışma suyun eğitim hayatında başarıya giden yolu da açabileceğini gösterir nitelikte.

Buna göre sınavlarda yanında su bulunduran öğrenciler, yanında su bulundurmayan öğrencilere göre daha yüksek notlar alıyor ve daha başarılı oluyorlar.

Bunun arkasında hem fizyolojik hem de psikolojik nedenler olduğu düşünülüyor. Fizyolojik açıdan sıvı alımının düşünme yeteneğini olumlu yönde etkilediği biliniyor. Aynı zamanda su tüketmek rahatlama sağlayarak kaygıyı azaltan bir etki gösterebiliyor.

447 öğrenci üzerinde yapılan bu çalışma sınavlara yanlarında su götüren öğrencilerin bu sınavlarda daha başarılı olduklarını gösteriyor.(Pawson, 2012)

Buradan bütün öğrencilere sınavlara yanlarında su götürmelerini ve sınav süresince arada sırada bir kaç yudum içmelerini öneriyoruz. Elbette tuvalete gitme ihtiyacı hissedecek kadar çok sıvı tüketip sınavda başarılı olma şansını tamamen kaybetmemek kaydı ile...


25 Mayıs 2012 Cuma

Prostat Kanserine Karşı Kekik


Mutfağımızda özellikle ızgara denildiğinde aklımıza gelen ilk baharat hep kekik olmuştur. Ege'de Akdeniz'de doğa içinde biraz gezindiğinizde doğanın cömertçe sunduğu kekiğin her yanı saran kokusunu rahatlıkla duyabilirsiniz.

İşte bu çok sevilen ve sıklıkla kullanılan baharattan bahsedeceğiz bugün.

Long Island Üniversitesi'nin yayımladığı çalışmaya göre kekik yiyeceklere lezzet vermekten çok daha önemli özelliklere sahip bir baharat.

Kekiğin anti bakteriyel ve iltihap önleyici özellikleri olduğu bilinir ancak kanser üzerindeki etkisi yeni ortaya çıkıyor. Kekik içerisinde bulunan carvacrol maddesi prostat kanserli hücreler üzerinde uygulandığında kanserli hücreleri ölmeye programlayan bir etki gösteriyor. Kanserli hücrenin kendi kendisini yok etmesine yani bir anlamda "intihar etmesine" neden oluyor.(Bavadekar, 2012)

Prostat kanseri daha çok ileri yaşlardaki erkeklerde görülen ve araştırmalara göre her 36 erkekten birinin hayatını kaybetmesine neden olan bir kanser türü. Prostat kanserinde tedavi amaçlı kemoterapi, radyoterapi, ameliyat vb yöntemler uygulanmasına karşın bu yöntemlerin hepsinin yan etkileri olduğu bilinmekte.

Long Island Üniversitesi'nin çalışması kekiğin içinde yer alan carvacrol maddesi ile yapılan çalışmaların bu konuda ümit verici olduğunu gösterir nitelikte.

Araştırmalar henüz çok yeni olmasına rağmen Carvacrol maddesinin anti kanser özellikli bir ajan olarak umut verdiği söyleniyor. (Bavadekar, 2012)

Geleneksel mutfağımızda yer alan, severek tüketilen kekiği artık yararlarını da düşünerek yemeklerde, salatalarda, çorbalarda vb tüketmenizi öneririz. Elbette en sağlıklı besinin bile gereğinden fazla tüketiminin sağlığa zarar verebileceğini unutmayalım.


23 Mayıs 2012 Çarşamba

Bebeklerde Reflü Hastalığı


Daha önce yetişkinlerde reflü hastalığı ile ilgili detaylı bir yazı paylaşmıştık sizlerle.


Peki stresle, beslenme alışkanlıklarıyla ve fizyolojik nedenlerle ilişkilendirilen reflü hastalığının bebeklerde de görüldüğünü biliyor muydunuz?

Bebeklerde reflü kendisini daha çok normalden fazla kusma ve öksürük şeklinde göstermekte. Bebeklerde reflü şikayeti daha çok doğum ardından 12. ayı doldurana kadar görülüyor. 1 yaşına ulaşan bebeklerin büyük kısmında artık reflü şikayetleri ortadan kalkıyor.

1 yaşına kadar olan bebeklerde sıklıkla ortaya çıkabilen reflü sorununun ana nedeninin mide kapakçıklarının henüz gelişimini tamamlamamış olması olduğu düşünülüyor. Bebeklerin sürekli yatar pozisyonda olmaları ve sıvı gıdalarla beslenmeleri de mideden yemek borusuna besin içeriklerinin geri kaçmasına neden olabiliyor.

Bebeğinizde reflü hastalığı varsa yediklerini çok sık çıkartacaktır, ses kısıklığı, öksürük, hırıltılı nefes alma ve solunum yolu hastalıklarını sıklıkla yaşayacaktır. Bu tip rahatsızlıklar gördüğünüzde mutlaka doktorunuza danışın ve reflü ihtimalini hatırlatın.

Bebekte reflü konusundaki en büyük risk doğumdan itibaren 12 ayı doldurana kadar sürekli kusma nedeni ile yeterli beslenememe ve buna bağlı gelişim bozukluğu ortaya çıkma durumudur. Bu ciddi bir sağlık problemi yaratabileceğinden bir çocuk hekimi gözetiminde tedaviye başlanması gerekir.

Eğer tedavi edilmesi gereken şiddette bir reflü durumu varsa ve tedavi edilmezse kansızlık, sinüzit, orta kulak iltihabı, sindirim sisteminde yapısal bozukluklar, üst solunum yolu enfeksiyonları ve gelişim bozukluğu gibi önemli sağlık sorunları ortaya çıkabilir.

Reflüye karşı ve reflü durumu varlığında bebeğin beslenmesi  ilk 6 ay ve mümkünse 12 ay bitene kadar anne sütü ile yapılmalıdır. Bebeğin hava yutmasına ve mide rahatsızlıklarına neden olabilen biberon kullanımından kaçınılması ve sık sık yeterli miktarda anne sütü ile beslenmesi yararlı olacaktır.

Ayrıca daha önce reflü konusunda anlatmış olduğumuz şekilde, bebeğin yatağının baş kısımına denk gelen ayaklarının altına, yatağı yerden 45 derece kadar yükseltecek bir malzeme konulması, bebeğin vücudunu yatay konumdan, başın ve gövdenin yukarıda midenin aşağıda kaldığı bir konuma getirecektir. Bu da reflü şikayetlerinde belirli bir azalma sağlar.


22 Mayıs 2012 Salı

Sporcu ve Enerji İçeceklerinin Dişlere Etkisi


Özellikle genç neslin sürekli tükettiği içecekler arasına enerji içecekleri ve sporcu içecekleri de girmiş bulunuyor. Uzun süren fiziksel aktivite sonrasında kaybedilen sıvı, vitamin, mineral ve elektroliti yerine koymayı sağladığı söylenen bu enerji içecekleri amacı dışında da meşrubat gibi tüketilmekte.

Colalı, şekerli ve gazlı, gazoz gibi meşrubatlardan daha sağlıklı olduğu düşünülerek tercih edilmeye başlanan bu içecekler gerçekten zannedildiği kadar sağlıklı mı?

Son yapılan araştırmalardan biri pek de öyle olmayabileceklerini gösteriyor.

 Amerikan Genel Dişhekimliği Akademisi dergisinde yayımlanan çalışmaya göre spor ve enerji içecekleri, özellikle ergenlerde ve genç yetişkinlerde diş üzerinde kalıcı tahribatlar yapabilmekte.

Gençlerin sportif performansları artsın ve enerji seviyeleri yükselsin diye gazoz ve şekerli-gazlı içecekler yerine tercih ettikleri bu içecekler gençlerin dişlerinin aşırı miktarda asite maruz kalmasına neden olabiliyor.(Poonam J, 2012)

Asit dişin parlak sert ve beyaz dış yüzeyini oluşturan diş minesinde aşınmalara neden oluyor. Bu aşınma sonucunda dişin yumuşak iç katmanlarında kolaylıkla bakteri üremesi ve çürük oluşumu meydana gelebiliyor.

Araştırmacılar yalnızca 5 gün süren bir deney sonucunda enerji içeceklerinin ve sporcu içeceklerinin dişlerde aşınmalara neden olduğunu tespit etmişler. Buna göre enerji içeceklerinin dişlere neredeyse sporcu içeceklerinin iki katı kadar zarar verebildikleri görülmüş. (Poonam J, 2012)

Bu tarz içeceklerin dişlere zarar vermesini engellemek için tüketim miktarlarının azaltılması en iyi yöntem. Bunun dışında bu içecekler tüketilmişse ardından ağzı suyla çalkalamak, şekersiz ve kaplamasız doğal sakız çiğneyerek ağız içi tükürük miktarını artırmak diş sağlığı açısından yararlı olabilir. Ayrıca biriken asit tabakasını diş yüzeyine sürterek daha fazla zarar vermesinin önüne geçmek adına bu tarz içecekler tüketilmişse en az 1 saat sonra diş fırçalamak doğru olacaktır.

Bu tarz enerji içeceklerinin dişlere verdiği zararın benzerine gazoz, şekerli- gazlı-colalı içecekler, şeker ilaveli meyve suları vb içecekler de neden olabilmektedir. Bu tarz ürünlerin de tüketimini azaltmak hatta hiç tüketmemek hem diş sağlığı açısından hem de kilo kontrolü açısından yararlı olacaktır.

Araştırmada ayrıca %100 doğal meyve suları ve taze sıkılmış meyve sularının, özellikle hindistan cevizi suyunun sıvı kaybını ortadan kaldırma konusunda spor ve enerji içecekleri yerine tüketilebileceği belirtiliyor.(Bone, 2012)  


17 Mayıs 2012 Perşembe

Yemeğin Aile ile Birlikte Yenilmesi Sağlığı Olumlu Etkiliyor


Modern zamanlarda yaşıyoruz. Öyle zamanlar ki bunlar her bireyin kendine özel istek ve beklentileri var. Birey kendi arzularının peşinde koşarken bir arada olma isteğinden de gittikçe uzaklaşıyor. Bu ayrılık toplumun temeli olan ailede başlıyor.

Çok meşgul olan anne babalar daha gelişim çağındaki çocuklarına yeterince vakit ayıramamaya, onların yaşları nedeni ile doğal olarak sahip oldukları enerji ile başa çıkamamaya başlıyorlar. Çocuklardaki bu enerjinin bir nedeni de sokaktan kopup apartman dairelerine tıkılı kalmaları buna çözüm olarak da kreşler, yuvalar ve ana okulları aileler tarafından tercih ediliyor...

Daha büyüme gelişme çağında başlayan bu uzaklaşma ve bireyselleşme ergenlik dönemi ve sonrasında iyice yerleşiyor. O yüzden geçmiş yıllarda alışık olduğumuz ve başka türlüsünü düşünemediğimiz her akşam birlikte masaya oturan aile tablosu gittikçe siliniyor.

Çocuklar büyüdükçe yemeklerini dışarıda yemeyi ya da eve sipariş edip canları istediği bir saatte odalarında yemeyi tercih ediyorlar. Aslında ailelerin bir araya geldiği dertlerini, sevinçlerini paylaştıkları, böylece aralarındaki bağı güçlendirdikleri yemek sofraları da böylece yok olup gidiyor.

Rutgers Üniversitesi son çalışmasında bu konuya değiniyor. Buna göre Amerikalıların yemek bütçelerinin %40'ı dışarıda yemek için harcanıyor. Birlikte toplanıp ailece yenilen yemekler ise sadece özel günlerde ve dini bayramlarda tercih ediliyor. Dışarıda yenilen yemeğin aile bütçesi üzerindeki olumsuz etkilerinin yanında kalitesiz ve sağlıksız yiyeceklerin tüketiliyor olmasının sağlık üzerinde de olumsuz etkileri büyük. Halk sağlığı uzmanlarına göre özellikle çocuklarda aile ile birlikte yemek yeme alışkanlığının azalması obezite ve yararlı besin öğelerinden fakir yetersiz bir beslenme riskini  doğuruyor.(FASEB, 2012)

Ancak çok meşgul olan anne babaları çocukları ile birlikte her akşam bir yemek masası etrafında toplanıp birlikte vakit geçirmeye ikna etmek de başlı başına bir sorun. Bu konuda ailelere eğitim verilmesi ve bunun çocuklarının geleceği için ne kadar önemli olduğunun anlatılması gerekiyor.

Bu konuda yapılmış olan 68 farklı çalışmanın sonuçları karşılaştırıldığında aile ile birlikte yemek yenilmesi ile çocukların sağlığı arasında önemli bir ilişki olduğu ortaya çıkıyor. Aile ile birlikte yemek yenilmesi liften vitamin ve minerallerden zengin sebze, meyve gibi sağlıklı besinlerin ve meyve suyu, su gibi sağlıklı içeceklerin tüketilmesini sağlayarak obezite oranını da azaltabiliyor. Araştırmacılar aile ile birlikte yemek yiyen çocukların beden kitle indekslerinin daha düşük olduğunu belirtiyorlar.(FASEB, 2012)

O halde sağlıklı bir gelecek için bireyselliği bir kenara bırakıp yeniden aile olmanın ve aile için paylaşımın sohbetin ve aile bağlarını güçlendirmenin en önemli noktalarından biri olan aile sofralarını yeniden canlandırmanın zamanıdır. Elbette o sofralarda sağlık durumumuza uygun doğru besin tercihleri olması ve porsiyonlarımıza dikkat etmemiz şartıyla.


15 Mayıs 2012 Salı

Karabiber ve Yağ Hücreleri Üzerindeki Etkisi



Baharatları yemeklerde genellikle tat ve koku versin diye kullanırız ancak bunun yanında bedenimiz üzerinde nasıl etkiler meydana getireceklerini pek düşünmeyiz.

Oysa doğu tıbbı yüz yıllardır baharatları tedavi amaçlı kullanagelmiştir.

Bugün günlük beslenmemizde çok aşina olduğumuz bir baharattan bahsedeceğiz. Çoğu zaman gayrı ihtiyari yemeklerimizin üzerine serptiğimiz bir baharat bu. Her sofrada bir biberlik içerisinde yer alan karabiber.

Güney Kore Sejong Üniversitesi'nin yayımladığı araştırmaya göre karabiber içerisinde yer alan piperine maddesi yeni yağ hücresi oluşumunu durdurabilir.

Geleneksel doğu tıbbında karabiber yüzyıllardır mide barsak rahatsızlıklarının, ağrı ve iltihaplarının tedavisinde kullanılır. Ancak moleküler seviyede piperine maddesinin etkileri son yapılan araştırmalar ile ortaya çıkıyor. Buna göre karabiber içinde yer alan piperine maddesi yeni yağ hücresi oluşumunu sağlayan genler üzerinde etkili oluyor. Ayrıca kandaki yağ seviyelerinin düşürülmesinde de olumlu etkileri var.(UM SJ, 2012).

Kültürümüzde yeri olan ve farkında olmadan kullandığımız karabiberi bundan sonra bedenimize olan olumlu etkilerini de düşünerek tüketmekte fayda var. Elbette yararlı diye yüksek miktarlarda tüketmemek gerekiyor. Unutmayın en yararlı besinin bile ihtiyacın çok üzerinde tüketilmesi önemli sağlık sorunlarına ve hastalıklara neden olur.


Gıda Zehirlenmelerine Karşı Yeni Umut Sarmısak



Piknik sezonu açıldı, pek çoğumuz şehir yaşamının stresinden uzaklaşmak için doğa içinde zaman geçireceğimiz piknik alanlarına gitmeye can atıyoruz.

Pikniğe daha önce gitmişseniz pikniklerin vazgeçilmez yiyeceklerinden birinin de tavuk olduğunu bilirsiniz. Mangal ateşinde yapılan kanat, but ya da göğüs eti sıklıkla tercih edilir. Ancak tavuk tüketmeyi tercih edenler çok iyi bilirler ki iyi pişmemiş ya da belli bir süre beklemiş tavuk eti kusma, ishal, karın ağrısı, mide krampları ve ateş ile seyreden bir gıda zehirlenmesine neden olabilmektedir.

Kümes hayvanlarının etleri iyi pişirilmediğinde ya da uzun süre beklediğinde ortaya çıkan bu rahatsızlıkların nedeni camplyobacter adındaki gram negatif bir bakteridir. Ayrıca pek çok gıda zehirlenmesi vakasında da baş etmenlerden biridir. Hatta bu bakteri hastada sinir sistemini etkileyerek belli bölgelerde ani felç oluşumuna neden olabilen Guillain-Barré Sendromuna da tetikleyici bir unsur olabilmektedir.

Washington Eyalet Üniversitesi yayımladığı son çalışmasında bu konuda bir umut ışığı olduğunu ortaya koyuyor. Bugüne kadar bu tip bakterilerle savaşta hep antibiyotik kullanılıyordu ancak artık antibiyotikten çok daha etkili bir silahımız var. Sarmısak!

Sarmısak içinde bulunan Diallyl sülfid maddesi camplyobacter bakterisine karşı antibiyotiklerden çok daha etkili. Üstelik sarmısağın içinceki bu bileşenin besin stoğundaki hastalığa neden olan bakterileri azaltma ihtimali var.(Lu X, 2012)

Ancak elbette çok miktarlarda sarmısak tüketerek bu bakteriden kurtulmak mümkün gözükmüyor. Fakat sarmısağın içeriğindeki bu madde önümüzdeki yıllarda besinlerin hazırlandığı ortamların temizlenmesinde kullanılabileceği gibi hazır gıdaların içine koruyucu madde olarak da eklenebilir.(Rasco, 2012)

İhtiyaç fazlası antibiyotik kullanımının insan sağlığı üzerinde yarattığı olumsuz etkiler ve bakterilerin dirençlerinin artmasına neden oldukları düşünüldüğünde bu gelişmenin oldukça umut verici olduğunu söyleyebiliriz.

Her ne kadar doğrudan sarmısak tüketmek camplyobacter bakterisine karşı etkili olmasa da sarmısağın insan sağlığı üzerindeki olumlu etkilerinin oldukça yüksek olduğunu biliyoruz. Bu açıdan özellikle salatalarınıza ve yemeklerinize mutlaka sarmısak eklemenizi öneririz.


14 Mayıs 2012 Pazartesi

Gebelik Diyabeti



Pek bilinmeyen bir konu ile karşınızdayız konumuz gebelik diyabeti…

Şeker hastalığı (diyabet)bilindiği üzere toplumumuzda oldukça yaygın ve artık eski yıllara göre çok daha iyi tanınıyor ve hastalar diyabet ile yaşamayı öğreniyorlar.

Ancak diyabet yalnızca şeker hastalarının maruz kaldıkları bir sağlık sorunu değil. Pek bilinmese de hamilelik döneminde de gebelerde diyabet ortaya çıkabiliyor.

Buna tıp dilinde gestasyonel diyabet (gebelik şekeri) deniliyor ve hamilelerin %2’sinde bu hastalık ortaya çıkabiliyor.

Gebelik şekeri tanısı hamileliğin 24 ile 28. haftaları arasında yapılan basit bir şeker yükleme testi ile konulabilmekte. Tanı konulduktan sonra bir diyetisyenin hazırlayacağı doğru beslenme planı ve düzenli doktor kontrolleri ile korkulacak bir tablo oluşmayacağı gibi anne adayı daha sağlıklı besleneceği için bebeğin gelişimi de bu süreçten olumsuz etkilenmiyor.

Gebelik döneminde hep eş dost akraba çevresinin anne adayına ihtiyaç fazlası besin tükettirme çabası vardır. Bu ihtiyaç fazlası tüketimin doğurabileceği riskler ne yazık ki hem anne adayını hem de karnındaki bebeği zannedilenin aksine çok olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

İhtiyaç fazlası tüketim önlenerek sağlıklı bir beslenme planı ile hem anne adayı hem de doğacak olan bebek çok daha sağlıklı olacaklar ve anne çok daha sağlıklı bir hamilelik dönemi ve doğum gerçekleştirecektir.

Ayrıca hamilelik döneminde belli yiyeceklerden uzak durma, belli yiyecekleri ise aşırı derecede arzulama(aşerme) durumu görülebilir. Bu tip durumlar mutlaka bir diyetisyen ile değerlendirilmeli ve anne adayına uygun sağlıklı bir beslenme planı yapılmalıdır.

Beden Kitle İndeksi 25’in üzerinde ise yani kişi şişmansa ve hamile kalmışsa gebelik şekeri yaşama riski artar. O yüzden en doğrusu normal ölçüler ve kiloya ulaşmadan hamile kalınmamasıdır. Eğer BKİ 25’in üzerinde olarak hamile kalınmışsa hamileliğin ilk 3 ayında kesinlikle kilo alınmaması gerekir.

Gebelikte karbonhidrat tüketimini tamamen beslenmeden çıkartmak bebeğin gelişimini olumsuz etkileyebileceğinden bunun yerine kan şekerinde ani oynamalara neden olmayacak, liflerden zengin, kompleks karbonhidratların, miktarlarına dikkat edilerek tüketilmesi uygun olacaktır.

Gebelik şekerinde kan şekerinde ani düşüşler de tıpkı kan şekerinin yükselmesi gibi tehlikeli olacağından düzenli doktor kontrolleri çok büyük önem arz eder.

Bu süreçte kesinlikle öğün atlanmaması ve ara öğün olarak sebze ve meyve gibi liflerden zengin içeriklerinin tüketilmesi anne adayı için yararlı olacaktır.